Bir zamanlar bu topraklarda bir ses vardı.
Kimi vakit bir bağlama teline dokununca ağlardı, kimi vakit bir turna sesinde umut bulurdu.
Barış Manço’nun “Kol Düğmeleri”yle çocukluğumuzun radyosu yanardı, Sezen Aksu’nun “Tükeneceğiz”i bir milletin yorgun kalbine dokunurdu, Ferdi Tayfur’un “Ben de Özledim”i bir kahvehanenin sarı ışığında yankılanırdı.
Cem Karaca, sanki bütün Anadolu’nun vicdanıymış gibi, bir halkın öfkesini, adalet arayışını, emekçisinin alın terini haykırırdı.
Artık yoklar.
Ve yalnızca insanlar değil giden; bir iklim gitti.
Anadolu’nun Ruhu: Tozlu Bir Sokakta Kalan Koku
O iklim, bir kemençenin hüzünle, bir ney’in sitemle, bir davulun vakarla konuştuğu zamandı.
Anadolu o vakit sade bir coğrafya değil, bir vicdandı.
İnsanlar birbirine “hal hatır” sorarken bile bir dua gizlerdi.
Radyolarda türküler biterken, soba başında çocuklar Barış Abi’nin “Adam Olacak Çocuk” programıyla büyürdü.
Şimdi ne kaldı geriye?
Ne o samimiyet, ne o vakur duruş, ne de o derin sızı.
Şarkılar bile artık plastik gibi; duygusuz, yüzeysel, telaşlı.
Her şey gibi müzik de hızın ve hazzın kurbanı oldu.
Bir Dönemin Sessiz Vedası
Cem Karaca’nın “Resimdeki Gözyaşları” artık bir nostalji değil, bir cenaze marşıdır.
Sezen Aksu’nun “Gülümse”si, o gülümsemeyi unutan bir toplumun ironisi gibi kaldı.
Ferdi Tayfur’un “Çeşme”sinde ağlayan adamlar, artık ağlamıyor bile — çünkü duygular bile yorgun artık.
Bu insanlar yalnızca sanatçı değildi; bir milletin iç sesi, Anadolu’nun içli hafızasıydı.
Onlar giderken, Anadolu’nun kalbi biraz daha suskunlaştı.
Çünkü yeni kuşak artık türküyü değil, algoritmayı dinliyor;
sözde duygu var ama hissin kökü yok.
Kültürel Değişim mi, Yok Oluş mu?
Evet, zaman değişir; ama her değişim gelişme değildir.
Bugün “modernlik” adına yitirdiğimiz şey, aslında ruhumuzun ahengidir.
Anadolu bir zamandı — ağır ağır konuşan, dinlemeyi bilen, susarken bile anlam taşıyan bir zamandı.
O zamanı kaybettik.
Yerine ne geçti?
Sanal gürültü, yapay tebessüm, derinliği olmayan bir coşku.
Giden yalnızca Barış Manço değil, o “Barış”ın kendisiydi.
Giden yalnızca Sezen Aksu değil, o “Sezen” yani hisseden ruhtu.
Giden yalnızca Ferdi Tayfur değil, “ferdiyet”in, samimi bireyin kendisiydi.
Ve Cem Karaca ile birlikte giden, bir halkın sesini haykırma cesaretiydi.
Bir Daha Gelmeyecekler
Çünkü artık o toprağın mayası değişti.
Barış Manço’yu doğuran Türkiye, bugün yok.
Sezen Aksu’yu büyüten şehir, çoktan betonlaştı.
Ferdi Tayfur’un “Çeşme”sinde ağlayan adam, şimdi o çeşmeyi bile bulamaz.
Cem Karaca’nın “Tamirci Çırağı” artık tamirci değil; bir telefon ekranına tutsak gençtir.
Bir daha gelmeyecekler.
Çünkü o iklim — o insan sıcaklığı, o Anadolu edası, o içli vakar — artık buharlaştı.
Geride, taş binalar, sahte kahkahalar ve ezberlenmiş sözler kaldı.
Yitik Bir Zamanın Ardından
Bir zamanlar bir ülke vardı.
Sabahları ezanla uyanır, öğlen vakti türkülerle dirilirdi.
Akşam olunca sokaklarda soba kokusu, radyolarda Barış Manço sesi olurdu.
Şimdi ne kaldı?
Ekranların arkasında yorgun, kimliksiz bir kalabalık.
Artık “adam olacak çocuk” değil, “trend olacak video” var.
Ve biz, o eski şarkılarda kalan insanlar;
bir devrin yetim evlatları gibiyiz.
Giden gitti.
Bir daha Barış gelmeyecek, Sezen gibi hisseden olmayacak, Ferdi gibi ağlayan bulunmayacak, Cem gibi haykıran doğmayacak.
Çünkü artık o Anadolu yok.

