Bugün, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun yıldönümünü kutluyoruz.
29 Ekim 1923 — Mustafa Kemal Atatürk’ün “Yeni devletin yönetim şekli cumhuriyettir.” diyerek ilan ettiği o büyük dönüm noktası. Cumhuriyet, ilkokul sıralarında ezberlettiğimiz haliyle “Halkın kendi kendini yönetmesidir.” tanımıyla öğretilir bize. Yani, milletin kendi iradesiyle kendisini yöneteceği bir düzenin adıdır. Atatürk de bunu istemiş, bu anlayışın yerleşmesi için hayatını vakfetmiştir.
Aradan yüz yılı aşkın bir zaman geçti. Artık Osmanlı döneminde doğan kimse hayatta değil. Bugün yaşayan herkes Cumhuriyet kuşağına mensup. Her yıl olduğu gibi bu yıl da resmi erkânın ve bir kısım halkın katılımıyla törenler yapılacak; Cumhuriyet’in büyük bir nimet olduğu anlatılacak; çoğu kişi geçen yılki konuşma metinlerini çıkarıp yeniden okuyacak. Fakat bir asır sonra durup sormamız gerekiyor:
Gerçekten Cumhuriyet’te yaşıyor muyuz?
Gerçekten halk, kendi kendini yönetiyor mu?
Enflasyonun Gölgesinde Cumhuriyet
Bugün Türkiye, dünyanın en yüksek enflasyon oranlarından birini değil, doğrudan en yüksek enflasyonu yaşamaktadır. Üstelik bu durum “yanlışlıkla” değil, bilerek ve isteyerek sürdürülen bir ekonomik tercih haline gelmiştir. Halk, kendi kendini yönetmek bir yana, hayatının merkezine artık sadece bir mücadeleyi koymak zorunda kalmıştır: Geçim mücadelesi.
Çünkü yüksek enflasyon, sadece bir ekonomik gösterge değildir; aynı zamanda bütün ahlaki, hukuki ve toplumsal çöküşlerin menbaıdır. Enflasyon ne kadar yüksekse, toplum o kadar yozlaşır, bireyler o kadar çaresizleşir.
Bugün ülkenin Hazine ve Maliye Bakanı “beklenen enflasyon” diye bir kavram uydurmakta, ücret artışlarını da buna göre sınırlamaktadır. Bir yandan “%15–20 enflasyon bekliyoruz” derken, diğer yandan devletin borçlandığı tahvillerde faiz oranını %40 düzeyinde belirlemektedir. Üstelik burada söz konusu olan 10 yıllık devlet tahvilleridir; yani devlet, 10 yıl sonra dahi enflasyonun %40 seviyesinde olacağını peşinen kabul ederek borçlanmaktadır.
O zaman insan sormadan edemiyor:
Madem bir yıl sonra enflasyon %15 olacak, neden hazinenin borç faizi %40?
Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu?
Gerçek şu ki, devletin adı Cumhuriyet olsa da, uygulamada halkın değil, belli bir azınlığın çıkarı korunmaktadır.
Cumhuriyet mi, Tek Adam Yönetimi mi?
Bugün Türkiye’de “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” adı altında, aslında bütün iradenin tek kişide toplandığı tuhaf bir rejim uygulanmaktadır. Her şey bir imzaya, bir kararnamenin satırına sığdırılmıştır.
Bu sistemde ne yasama organının ne yargının ne de halkın anlamlı bir denetim gücü kalmıştır.
Ekonomide, adalette, eğitimde, dış politikada — her alanda iflas eden bir tablo ortadadır. Ama garip olan şudur: Bu iflas tablosunun içinde, yönetim kademesindekiler ve onların çevresindeki ayrıcalıklı azınlık, hiç olmadığı kadar zengin, güçlü ve mutlu bir hayat sürmektedir.
Devletin adının “Cumhuriyet” olması artık bir fark yaratmamaktadır. Çünkü Cumhuriyetin adı yaşasa da ruhu kaybolmuştur. Cumhuriyet’in ruhu demokrasidir; adaletin varlığıdır; halkın iradesinin yönetime yansımasıdır.
Bugün bu ilkelerin hangisini yaşıyoruz?
Atatürk Görse Ne Derdi?
Atatürk bugünleri görseydi, “İşte, Cumhuriyet’i ilan ederken arzuladığım yönetim budur!” diyebilir miydi?
Sanmıyorum.
Çünkü bugün Türkiye, dünya sıralamasında refahın, adaletin, eğitimin en alt sıralarındadır.
Bir yanda %10’luk bir kesim lüks ve bolluk içinde yaşarken, diğer yanda %90’lık halk kesimi geçim derdine mahkûm edilmiştir.
Hukukun olmadığı, liyakatin yok edildiği, denetimin susturulduğu yerde Cumhuriyet değil, keyfiyet vardır.
Cumhuriyet’in Ruhu ve Gerçek Kutlama
Cumhuriyet, yalnızca bir yönetim şekli değil, aynı zamanda bir medeniyet hedefidir.
Atatürk’ün sözleriyle: “Muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkmak.”
O halde Cumhuriyet’i kutlamak, sadece marşlar söylemek, bayrak sallamakla olmaz. Cumhuriyet’i kutlamak, adaleti tesis etmekle, halkın refahını artırmakla, özgür düşünceyi yaşatmakla olur.
Bugün kağıttan okunan tören konuşmalarının hiçbir karşılığı yoktur. Gerçek kutlama, Cumhuriyet’in özüne, yani halkın iradesine, hukuka, adalete, insanca yaşama hakkına sahip çıkmaktır.
Cumhuriyet’in yüzüncü yılı geride kalırken, bize düşen soru nettir:
Cumhuriyet’i yaşatıyor muyuz, yoksa sadece adını mı anıyoruz?

